1 Ekim 2011 Cumartesi

ZAYIFIN MASTÜRBASYONU

Genelde kendi hayatım, evliliğim üzerine yazılar yazıyorum. Çoğu eğlenceli bazısı ağlanacak halime güldürüyor. Sen eğer devamlı bloglarımı okuyan sadık bir takipçimsen bu yazım seni biraz hayal kırıklığına uğratabilir baştan uyarıyorum.


Bu sabah kahvaltıda gazetede okuduğum bir haber şu saate kadar kafamdan çıkmadı. İçimde oluşan sinir bulutları yağdı yağacak. En iyisi yazmak dedim. Belki paylaşınca biraz rahatlarım. 
Söz konusu haber ilk sayfada manşet filan değildi hatta 3.sayfada ufacık bir yere iliştirilmişti.


Kocasından şiddet gören bir kadın!!!




Maalesef evliliklerin bir de böyle bir yüzü var. Adamın dağınık olması, maç manyağı olması, arkadaşlarının öküz olması hepsi bize ne kadar büyük problemlermiş gibi geliyor. Ama insanlar kocalarından dayak yiyor, işkence görüyor, tecavüze uğruyorlar. Bir kadına bunları yapabilene insan demek zor ama hayvanları da sevdiğimden kendilerini isimsiz bırakmayı tercih ediyorum.  Eğitim şart diyen bir kesim var ama üniversite bitirmiş, mürekkep yalamış olanları ne yapacağız? Öküzlük eğitime bakmıyor ki!




Bence en acısı da kendi isteği ile, severek, aşık olarak evlenmiş kadınların kocalarından gördüğü zulüm. Ne büyük bir hayal kırıklığı! Bir zamanlar "canım" dediğin adamın seni yaşadığına pişman etmesi.
Maalesef hakkını arayan kadınlardan çok daha fazla hakkını arayamadan buna razı gelenler var. "Kocamdır, döver de sever de" diyebilen hemcinslerim var. Ne acı!


Bir düşünsene aynı evde bir cani, bir sapıkla yaşamak, aynı yastığa baş koymak nasıl bir hisdir? 10 dakika önce sırf kendi zevki için sana tecavüz edip, 10 dakika sonra yanında horultuyla uyuyan bir koca. Düşünmesi bile çok kötü ama ülkemizde bunları her gün yaşayan kadınlar var.


Ülkemizde hukuki korumalar çok zayıf, devlet kadınlarına sahip çıkmıyor maalesef. Çıksa her allahın günü kocası tarafından öldürülen kadın haberleri çıkar mı televizyonda. Mor Çatı sığınma evleri sınırlı sayıda kadınımızı barındırabiliyor. Birşeyler yapılması şart. 
Hem bilgilendirmeler yapılmalı, hem destek olunmalı. "Hadi sen karakola git şikayet et" dedikten sonra karakol çıkışında da korunmalı kadınlarımız. Kocaları da tedavi edilmeli. Hatta mümkünse bir karantina adası filan kurulmalı. 


Evlilik güzel şey ama o yastığa baş koyacağın insanı seçmek çok önemli. Beyniyle, düşünceleriyle yapamadıklarının acısını eliyle yaptıklarıyla, savunmasız bir kadından çıkaran bir öküze kimsenin ihtiyacı yoktur! 


ŞİDDET ZAYIFIN MASTÜRBASYONUDUR!

18 Eylül 2011 Pazar

Yabadaba Duuuu!

Kocanızla veya sevgilinizle ilk randevunuzu hatırlıyor musunuz? Çok büyük ihtimal bir cafe ya da restaurantta geçmiştir. Benim eşim beni kebapçıya götürmüştü. O zaman kalbimin çarpmasından olayın vahametini anlayamamışım ancak sonradan kafamın üstündeki ampül yandı. 
ERKEKLER KEBAP SEVER!

Bekarlık zamanlarımda kırmızı etle çok arası olmayan, daha çok beyaz et, sebze ve Uzakdoğu yemekleriyle beslenen biriyken ilişki durumum değişince direk en yakın doğu yemeklerine kayış yaptım. Kırmızı et hayatımın odak noktası oldu çünkü adamı doyurmanın başka bir yolunu bulamadım. Bulan beri gelsin.

Tamam kabul ediyorum arada sırada yöresel yemekler yemek, eve lahmacun sipariş etmek güzel ama haftanın bir rutini haline gelen Adana Kebap kolestrolümden öte mide ağrılarımı arttırıyor. Ben sesimi çıkarmadıkça eşim Temel Reis'teki Kaba Sakal'a dönüşüyor. ET ET ET ETTTT!

Evimiz için mutfak alışverişinden ben sorumluyum. Eşime bıraktığım zaman yaşadığım hüsranı ancak böyle yok edebiliyorum. Eski alışkanlık, direk meyve sebze reyonuna yöneliyorum, tam elimde o şeffaf poşetle kabak alacakken o yemeği önüne koyduğumda eşimin suratının durumu canlanıyor kafamda. Ver elini et reyonu, makarnalar... Her gün köfte-patates-makarna yese sesini çıkarmaz benimki. Ama her gün o et ve benzerlerini görmek bana iyi geliyor mu bir sor bakalım.
Bir de fast food sorunumuz var ki sorma gitsin. Benim çok aram yoktur öyle hamburger, kızarmış patates vb. yiyeceklerle. Bağırsaklarımın da arası iyi değil! Ama eşime Burger King dediğin an gözlerinde ateşte pişen eti görebiliyorsun. Çikolatalar, cipsler, baklava türleri, bol yağlı kızarmışlar, sucuk, sosis... Bunların hepsi bizim evin en baş misafirleri. 
İlk evlendiğimizde ona uyacağım, beraber paylaşıma gireceğiz diye tüm bu zarar ziyan yemekleri yemeğe başlamıştım. Sucuğun yağına beraber ekmek banmak ne kadar romantik anlatamam (!) Sonuç ne oldu? 36 bedenden 38'i zorlayan bir bedene yükselen, ele avuca gelen bir kadın!

Geçen gün bir blog keşfettim Son Tombik Kuğu, kilo sorunu ve zayıflamak üzerine yazıyor sayın kuğu hanım. Eşiyle olan yemek maceralarını ne güzel de anlatmış. Sanki bizim eve kamera kurmuş da  bizi dillendiriyor. Evet belki ben obez olmadım ama obezitenin yolunu açmadım değil. Annem "hop o göbek nereye gidiyor" dediğinde anladım olayın vahimliğini. Evliyken o göbek sadece hamile kalınca şişmeliydi. Zaten paylaşım içinde olalım diye tüm o yemekleri yediğinde ve kilo aldığında, bir süre sonra eşin senle paylaşımdan da kaçınabilirdi. 
O akşam mutfakta elimde kuzu pirzolaları, üstümde hafiften dar gelen elbisem ve bünyemdeki +9 kiloyla acı gerçekle yüzleştim. Erkekler taa mağara zamanlarından beri ete karşı sempati içindedirler ve onlara uyan kadınlar oyundan atılmaya mahkumdur.

Şimdilerde dolabımızda eşime göre yemekler ve bana göre yemekler olmak üzere iki kategorimiz var. O et mi yemek istiyor buyursun yesin, ben buharda pişmiş sebzelerimle çok mutluyum. Sabah o sucuklu yumurtasını yerken ben az yağlı beyaz peynirimin ve kızarmış kepekli ekmeğimin tadını çıkarıyorum. Eski halime döndüm sayılır. Evlenince bambaşka bir insan olma yolundan sonunda kurtuldum. 

Arada restaurant seçimlerinde sorun yaşıyoruz. Ben sushi diye kıvaranırken adamın aklında beyti sarmalar uçuşuyor. Ama allahtan kız arkadaşlarım hala sushi seviyorlar. Kızkıza planlar yaptığımızda direk soluğu köşedeki Uzakdoğu restaurantında alıyoruz. Kebapçılarda tavuk şiş favorim. Alan memnun satan memnun senin anlayacağın. Biraz Fred Çakmaştaş biraz Vilma kıvamında bir çift olma yolunda emin adımlarla yürüyoruz.

"Haydar Abi çek bi tavuk şiş!"

9 Eylül 2011 Cuma

Siz Hiç Kirli Çorap Toplayan Prenses Gördünüz Mü?

Her gün ev toplamak nasıl bir duygu bilir misin? Her sabah banyo havlularını, bornozu muhtelif odalardan ödüllü bulmaca çözer gibi bulmaya çalışmak bulamazsan akşam eve geldiğinde oluşacak rutubet kokusunu düşünerek işe huzursuz gitmek. Akşamları salonun tam orta yerinden kirli çorapları alıp çöpe atmak istemek ama kirli sepetiyle yetinmek.
Evlendikten sonra bu duyguyu tattım ben ve hiç eskimeyen bir duygu olarak hayatımıza lönk diye oturdu!

Benim babam dağınık bir adam değildi, annem çerçöp peşinde koşmazdı. Ama sevvgili kocam biraz pasaklı cinsten çıktı. KADER!

Her bir çorap toplayışımda dırdır ederken bana yaptığının çok normal bir davranış olduğunu söyler gibi hayretler içinde bakması içimde o çorapları ağzına tıkma isteği uyandırıyor. İki saniye içinde zehirlenip ölür diye korkuyorum. Eh malum bu devirde koca kolay bulunmuyor.

Bazen iş için veya kısa seyahat amaçlı şehir dışına çıkıyorum. Eşim evde tek kalıyor. Home Alone filminin değişik versiyonlarını çekiyor kendi çapında. Ben uçağa,otobüse bindiğim anda yaptığı ilk şey erkek arkadaşlarını arayıp bize davet etmek. Hepsi 30 yaş ve üssü erkekler bizim evde toplanıp bangır bangır Playstation oynayarak, cipsleri ağızları hariç her yerleri ile yiyorlar. Evde kamera yok yanlış anlaşılmasın geldiğimde yerlerden topladığım çöpler ve kırıntılarla delilleri elde ediyorum. Bazı arkadaşları bizde kalıyorlar. Sabah 4'e kadar oyun oynayınca eve dönmek zor geliyor tabii ki. Evliliğimizin ilk aylarından sonra bana bir kez bile kahvaltı hazırlamayan adam arkadaşlarına kahvaltı da hazırlıyor. Ama toplama işini bana bırakıyor, o benim asli görevim. Maksat çocuklar eğlensin!

Bir de ben evde yokken mutfakta harikalar yaratma aşkı kabarıyor kocamın. Daha kabakla salatalığı birbirinden ayırmayı beceremeyen adam kendini Oktay Usta sanıyor. Sonuç? Çizik içinde teflon tavalar, yer yer kurumuş sebze ve yiyecek sıvıları, üstünü kazısam bir tencere yemek çıkabilecek bir ocak. En son faciamızda tam iki gün mutfak temizledim.

Evliliklerde -en azından bizimkinde- en büyük kaoslardan biri kirli sepetidir. Basketbol maçlarına bu kadar meraklı olan erkek cinsi kirlilikerini o sepete atmayı hiç sevmezler. Salon, yatak odası, kapı girişi hatta kimi zaman mutfak kirli çamaşırların bırakılması için onlara tahsis edilmiş gibi hissederler. Ben bıkıp usanmadan her defasında uyarıyorum bir iki gün randıman elde etsek de sonradan sevgili kocam, evini kaybetmek istemeyen Hansel ve Gretel gibi çamaşırlarını bilimum tüm eve saçıyor.

Tüm bu pasaklılık halleri yüzünden ilk evlendiğimiz zamanlarda bunalıma ramak kalmıştı. Evlenerek hayatımın hatasını yapmışım gibi hissediyordum. Şimdi arada yine tepemin attığı zamanlar olmuyor değil ama bünye alıştı. Dır dır ederek biraz rayına da soktum sanki. 
Evliliklerde en büyük kural, bir erkeğe bir şeyi yaptırmak istiyorsan güzel bir dille sever gibi söylemek. 

"Canım, bitanem çoraplarını salonda bırakma lütfen çok kötü duruyor."
"Aşkım teflon tencere kullanacaksan metal kaşıkla karıştırma yemeği, kanserojen."
"Hayatımın anlamı -içimden allahın belası diyerek- içtiğin kola bardaklarını mutfağa götürürsen daha iyi olur."

Erkek ırkı zamanla söyleye söyleye tamıtamına yapmasa da bazı isteklerinizi yerine getirecek ve muhteşem bir iş başarmış gibi alkış ve övgü bekleyecektir. Sakın küçümseyip korkutmayın yavrucağı. Pohpohlayın gitsin.

Evet şimdi yeniden anahtar sözcüklerimizi derin nefes alarak, hep beraber tekrarlıyoruz;
"Evlendik, çok mutluyuz,sevdiğimiz adamla aynı evdeyiz. Hiç bir şey bunu bozamaz."
"Evlendik, çok mutluyuz,sevdiğimiz adamla aynı evdeyiz. Hiç bir şey bunu bozamaz."
"Evlendik, çok mutluyuz,sevdiğimiz adamla aynı evdeyiz. Hiç bir şey bunu bozamaz."
"Evlendik, çok mutluyuz,sevdiğimiz adamla aynı evdeyiz. Hiç bir şey bunu bozamaz."

5 Eylül 2011 Pazartesi

İyi bayramlar!


Bayram tatili bitti… Ben de bittim! Güya bir haftalık bir tatilimiz vardı ve çok güzel gezi planları yapmıştım. Tabii sevgili akrabalarımız buna izin verselerdi.

Açılışı şehir dışına giderek yaptık, malum eşimin ailesi İstanbul’da değil. Bayramda onları görelim, biraz hava değişimi yaşayalım, biraz gezelim, eğlenelim vs. Ama akraba görmeden öteye gidemedik.

Tabii ki bayram ruhuna karşı değilim, yaşlıları mutlu etmek, küçüklerle vakit geçirmek, “ahh nerde o eski bayramlar” klişesine ortak olmak beni de mutlu edebilirdi ama 7 gün aynı yemek yenmez ki be kocacım!

Evlendikten sonra bu bayram ziyaretleri adet haline gelmektedir, evlisin ya artık akrabalarına ömrünü adaman lazım. Bu akrabalar sınıflandırmasında seninkiler ve eşininkiler olunca ohhh tam bayram tatlısı.

Tüm bayram yaşlılar “ah nerde o eski bayramlar” derken ben de bekarken ailemle sadece çekirdek ziyaretlere katıldığım,  diğer ziyaretlerden kaçtığım için insan öldürmüşçesine tepkiler almadığım bayramları hayal ettim. Gelin olunca büyüyorsun bir anda ve el öpmek esas aktiviten oluveriyor. Bekarken ziyaretine gitmediğin akrabalar evlendikten sonra hasretine düşüyor.
Maalesef sevdiğin adamla bir ömür boyu beraber olabilmenin bedelleri var.

Bir de bayramda hizmet etmek meselesi var. “Hadi gelin hanım çaylarımızı tazele” diyen kayınvalideme “gelin hanım demenize gerek yok bana kısaca köle Isaura deyin” demek geldi içimden.

Sıkıysa de!

Tüm bayram kapı kapı gezip el öptük ve ben hizmet ettim. Hayır sadece eşimin ailesi olsa iyi, bir de bayramlaşmaya gelen dedikoducu, haset teyzeler de beni köle olarak benimsediler. Damarıma basıp asabiyet yaratma ve sonrasında “amaannn bizim komşunun gelini de pek tembel” diye arkamdan atmak için ellerinden geleni ardlarına koymadılar. Ama ben onlara pabuç bırakır mıyım, kölelik vazifemi layıkıyla yerine getirdim, terden havuza girmiş gibi sırılsıklam olmamı, ayaklarımın altına batan iğneleri umursamadan motor takmış gibi hizmet ettim.

Tabii bayramımızın özeti sadece bunlarla sınırlı değil. Her gittiğimiz evde zorla tatlı yedik,komaya giriyordum bir ara, yemek istemediğimizde ise delici bakışlar gördüm. Ben tüm bu kabusu yaşarken eşim, hayatından gayet mutlu, yıllar sonra ailesini bulmuş yetimler gibi sırıtarak sevgi gösterilerinde bulunuyordu. Ben hizmet ettikçe adamın gururu okşandı resmen. Ne biçim bir ego varmış anlamış değilim. Her gittiğimiz evde sanki bizi nüfuslarına alacaklarmış gibi saatlerce kamp kurmamız da ayrı bir olay.  Ah be canım her gittiğimiz ailede yarım saat hadi bilemedin 45 dakika oturup kalksak 2 günde ziyaretlerimiz biter diğer günler de gezerdik demek geldi içimden ama aile hasretiyle bu kadar kavrulduğnu gördüğüm eşime bunu demek yemedi.

Hep derim erkeklere anlamayacakları yada anlamak istemedikleri şeyleri anlatmaya kasmamak lazım. Başını sallayıp geçeceksin. Bu bayram üçüncü kez aynı senaryoları yaşadım. Ama bundan sonraki bayramlarda yemezler. Önceden şartlarımı ortaya koyarak gideceğim veya gitmemek için tüm çirkefliğimi ortaya dökeceğim. Bayramlarda Ayşecik filminde oynayan zavallı kız görüntüsü çizmek istemiyorum. Hayal etsene bi; üzerinde yeni sezondan tüm maaşını vererek aldığın elbise, elinde çay tepsisi bir salona bir mutfağa koşan bir kadın. Sen koştukça gaza gelen ahali. Bundan ala dram filmi mi olur!
Hep derler ya evliliğin ilk yılları aile ilişkileri çok rahat ayarlanamaz diye, gerçekten çok doğru. Zamanla hizmet ederek, milyon tane el öperek, laf sokmalara sinir olarak pişiyorsun ve tavrın, yaklaşımların değişiyor. Bu değişime kadar biraz yıpranıyorsun eh o da aşkın çürük meyvesi.

Son olarak kayınvalidemin komşusu Suzan Teyze'ye seslenmek isterim:
"Ben mutfakta kahve yaparken içeride çevirdğiniz dedikodular size bol tükürüklü kahve köpüğü olarak geri döndü Teyzeciğim. Ellerinizden öperim."



Geçmiş bayramınız kutlu olsun :)

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Elma Değil Bu Yediğimiz Ayva!




Ademle Havva’nın suçu neydi de dünyaya atılmışlardı? Günah elması mıydı yedikleri? Adem’i yoldan çıkaran Havva mıydı?
Cinselliğin günah kabul edilmesi insanlığın ilk zamanlarına mı dayanıyor?

Benden önce evlenen bir arkadaşım çok güzel bir cümle kurmuştu benim düğünümden önce; 


“EVLİLİK SEVİŞMEYİ LEGALLEŞTİREN BİR KURUMDUR.”



Ailenizin evine gittiğinizde aynı yatakta yatmanız sorun olmaz, aynı evin içinde yaşıyor olmanız artık en normal aktivite olarak karşılanır. Peki evlilikten önce gayet yolunda giden seks hayatınız evlendikten sonra hangi duruma gelecektir?

İki insan aynı hayatı paylaşacaksa kuşkusuz ki kriterlerden biri ten uyumu olmalıdır. Sana dokunduğunda veya sen ona dokunduğunda hiç bir şey hissetmediğin bir adamla bir ömür bırak aynı yastığa baş koymayı aynı evin içinde yaşamaya bile dayanamazsın. Sırf bu yüzden evlenmeden önce seksi yasaklayan zihniyetler Taksim Meydanı’nda asılmalılar! Düşünsene evlenene kadar kendini sakladığın adam yatakta sana eziyetler çektiren, mideni bulandıran biri olup çıkarsa hayatın ne kadar çekilebilir olur ki?

Bir gerçeği daha kabul etmek lazım. Evlenmeden önce inanılmaz tecrübeler yaşadığın erkek evlendikten sonra sana “namusu” , “kutsal eşi” gibi bakmaya başlayabilir ki %90 durum budur. Artık sen onun nüfusuna girmişsindir ve evlenmeden önceki fantazik fikirleri puff bir anda uçar gider. Çeyizinde yer alan o güzelim gecelikler cicim aylarından sonra tozlu raflara kaldırılabilir.
Gerçi soğuk kış gecelerinde adamı tahrik edicem diye o seksi geceliklerle yatıp sistit olmak yerine mis gibi pamuklu pijamaları kim istemez?


Evlendikten sonra sevişme yeri olarak yatak odası daimi bir mekan haline gelecektir. Evin istediğin yerinde başla bu işe bir süre sonra eşin seni yatak odasına yönlendirecek ve aktivite orada nihayete varacaktır. Perdeler sonuna kadar kapatılacak, yatak örtüsü açılacak ve ortam söz konusu aktiviteye uygun hale getirildikten sonra start verilecektir. İşini şansa bırakmak gibi bir durum yok 10 dakika sonra olacaklar zaten kendini önceden belli etmektedir. 
Bu sanırım psikolojik bir davranış. Oradan başka yerde yapınca, okulun bahçesinde coğrafya dersi işlenmiş gibi bir his içine giriyor erkekgiller.

Çok romantizm de aramayacaksın yoksa bunalıma girersin. Evlenmeden önce seni tavlamak için mum ışığı, şarap kombinasyonu yaratan kocan evlendikten sonra o mumları sadece ışıklar sönünce kullanılacak bir araç olarak görecektir. Çok yakın bir arkadaşımın deneyimini paylaşmadan yapamayacağım;

“Kızımız akşam kocası gelmeden evin her tarafını mumlarla süsler, şarabı bozdolabına koyar ve eşini beklemeye başlar. Eşi eve geldiğinde ışıkların sönük ve her tarafın mumlarla kaplı olduğunu görünce panik halinde ‘elektrikler mi kesildi?’ diye sorar”

Sonrasında olanları anlatmama gerek yok, hayal kırıklığı, bunalım başlangıcı vs. vs. Bu olayı Umutsuz Ev Kadınları (Desperate Housewifes) dizinde bir bölüm kullabilirler.

Evlendikten sonra bu işin tekrar sayısı da azalır. Evlilik sorumluluk demek, hayat koşturmacasına giriş demek, aksam eve geldiğinde yorgunluk demek. Evliliğin ilk beş ayından sonra performansta düşüklük demek. Eskinden belki de her gece yapılan aktivitenin artık –şansın varsa- haftada ikiye düşmesi demek. Yorgun argın eve gelip yemek hazırlayan, ortalığı toplayan, pert olmuş bir bedenle kim gece sporuna razı olabilir. Gerçi “bu gece olmaz başım ağrıyor” u artık sadece kadınlar değil erkekler de söylüyor. Onların da hali olmadığı zamanlar çok. Çoğu zaman her iki kişininde hali olan geceyi denk getirmek iğneye ipliği sokmaktan daha bile zor.
Galiba başka bir neden de; önceden toplumca ayıplanan bir aktivitenin çekiciliğinin, evlendikten sonra gayet normal bir aktiviteye dönmesi. İnsanoğlunu yoldan çıkaran yasak elma, her daim dolapta olan elmaya dönünce yemek o kadar da çekici gelmiyor belki de. Hatta sanırım günah meyvesi elma evlendikten sonra ayvaya dönüşüyor.

Bir de balayı sendromu var. Adı çağlar öncesinden konmuş, Bal Ayı! Baldan bolca yemezsen ceza var sanki. Balayında illa dibine vurucaz diye belini sakatlayan çiftler biliyorum. Düşünsene oteller bile sevişmenden yana. Balayı çiftine özel oda, çilek dolu bir kase, şampanya… Evlenmeden önce sakın sevişme diye baskı kuran toplum evlendikten sonra seviş diye elinden geleni yapıyor.  Sırf bu baskı yüzünden geçici cinsel soğukluk yaşayan arkadaşım var benim.

Bunları düşünüp evlilikten soğumaya, bunalıma girmeye gerek yok. Hayatın gerçeklerine hazır olmak lazım. Önemli olan kim ne kadar yapıyor, Hollywood filmlerinde ne kadar romantizm dolu evlilikler var da değil.Bizler Hilary Swank değiliz, kocalarımız da Gerard Butler değil (ah keşke olsalar) ve Ps. I Love You filmini de çekmiyoruz. Sadece evlendik!
Evlilik iki kişiliktir ve her ailenin yaşam standardı, tarzı, amaçları, beklentileri kendine göre değişiklik gösterecektir. Arkadaşın Dilan haftada beşten az sevişmeye karşı olabilir ama sana ve eşine haftada bir bile yetebilir. Bu tatmin duygusuyla alakalı biraz da. Seni ve eşini ne kadarı, ne şekilde olması tatmin ediyorsa sen bununla mutlu olabilirsin. Başkalarının ne yaptığı, ne kadar yaptığı, nasıl tatmin olduğu bırak onları ilgilendirsin. Çoğu şehir efsanesine de inanma. Kadınlar uydurmaya bayılır.

Sen sevdiğin erkekle evlendin ve aynı yatakta yatıp aynı havayı solumak bile mükemmelken başkalarının cinsel hayatı seni sakın demotive etmesin.
Cinsellik bir evlilikte olması zorunlu en baş olgulardan biri ve bu olguyu şekillendirecek sen ve eşinsin. Mutluluğunun tadını çıkararak, arada eşini yoldan çıkararak söz konusu aktiviteyi vazgeçilmez kılabilirsin. Haydi gazan mübarek olsun.:)




15 Ağustos 2011 Pazartesi

Kızım Kimlerdensiniz?

Çocukluğumdan beri mıç mıç akraba muhabbetlerini sevmem. Bayramdan bayrama görüşmek hatta mümkünse bayramda tatile gidip telefonla kutlaşmak kafidir benim için.

İstemediğin ot başında bitermiş derler ya; kocamın akraba çevresinden kocaman bir şehir kurulabilir. Amcaları, teyzeleri, halaları, haliyle bunların çocukları. Dedesi, anneannesi, babaannesi, annesinin teyzesi, babasının amcası, bilmem ne ablası, akrabadan yakın komşu teyzesi, kardeşinden öte Kamil, annesi kadar çok sevdiği Hatice Teyzesi… Sayarken bile içim bulanıyor, siz bi de bayramda seyranda düşünün beni.

Kocam İstanbullu değil ve tüm akraba çevresi şehir dışında yaşıyor.  Nişanlandıktan sonra akraba seramonisine giriş yaptık; HEPSİYLE TEK TEK TANIŞMA! Buyrun  cenaze namazına!  Hayatımda tanıştığım insanları toplasanız bu kadar etmez. Bir anda sosyal çevre popülasyonum arttı yeminle. İsimlerini ezberlemem 3 ayımı aldı.
 
Bir hafta içinde kaç eve gittim, kaç el öptüm, kaç fincan kahve içtim inan sayamadım. Tek hatırladığım çamaşır suyuna dönen midem. Hayatımda hiç tanımadığım insanlarla tüm haftamı geçirmek ve bazılarının bana “gelinimiz, seni bağrımıza basarız” , bazılarınınsa “kimlerdensin sen? Bizim oğlumuza layık mısın?” tarzıyla yaklaşması kabusumun giriş bölümü oldu.  O an canım annem geldi aklıma, bayramlarda akrabalara beni gitmeye zorladığında çemkirdiğim, eve gelen teyzelerin karşısına çıkmamak için yoktan kavga ettiğim annem. Sıkıysa bunu kaynanana veya kocana yap.
Tüm bu bik bik akraba ziyaretleri esnasında eşim dünya kupasını kazanmış bir futbolcu edasıyla kasıla kasıla beni reyona koymuş sergiliyordu. “Kaç kızım burdan “dedim. Arkana bile bakma! Eh otuzlarına yakın koca bulunca kaçması kolay olmuyor…



Akrabalardan yaşlı olanların fotoğraf gösterme hobisi vardır. Sen de eminim bunu yaşamışsındır. Benim babaannem bayılır mesela. Eve her gelene en az bir defa gösterilir o albümler. Eski günlerine döner onlara bakarken. Ama ben eşimin akrabalarının milyon tane albümüne tek tek bakıp, her bir fotonun anısını dinlerken eskilere dönmek yerine geleceğimden şüphe ettim. Çoğu ben daha çocuk yaştayken ölmüş olan amcalardan teyzelerden nefret ettim. Ama ne çare kitlendik bir kere.


Kimi akrabalar yemek konusunda ısrarcıdırlar. Eşiminse tüm ailesi! Evlerine gittiğimiz zaman küçük ölçekli bir şirketin öğle yemeğinde, çalışanların hepsine yetecek kadar yemeği bana yedirmeye çalışıyorlar. Başlarda ayıp olmasın diye ses etmiyorum ama bu da mide be halacım, öğütücü değil! 
Ah bide sevmediğim yemekleri otuz kere söylediğim halde pişirme inatları yok mu!

Kocamın sayın babaannesi; tereyağında nefret ediyorum ve siz her yemekte kullandığınız için sizden sonra 1 hafta cırcır geziyorum!


Bir de sahte sevgi gösterisine bayılan akrabagiller var. Sanırsın ki eşin onların için dünyadaki en değerli varlığı, varı yoğu onun, o olmazsa hayat durur. Eminim her eve gelen akraba çocuğuna bunu yapıyorlar. Pardon da evlenirken nerdeysiniz? Insan canından çok sevdiği kişiye üç kuruş yardım yapmaz mı? Bunlar yapmıyor tam tersine para söz konusu olunca sırra kadem basıyorlar. Herşeyleri(!) maddi sıkıntı çekerken onlar para istiflemekle meşgul. Yemişim sevgilerini!


Ama en kötüsünü söyleyeyim mi? Gelinin akrabaları ile erkeğinkilerin sidik yarışına girdikleri an! Benim babaannem ile eşimin anneannesi bir anda düelloya tutuşmuşlardı. O nerden alışveriş yapıyor, en çok şehri kim gezmiş, toronuna kim daha iyi bakmış hatta  ve hatta kimin kocası daha önce ölmüş. Tüm bunlar yarış konusu oldu. Gelmişsiniz kaç yaşınıza daha neyin savaşındasınız demek geldi içimden ama edepli gelin olarak susmakla yetindim. Hala birbirlerini görecekleri zaman Cumhuriyet balosuna gider gibi hazırlanıyorlar.

Başlarda dedim ya bayramlarda şehir dışına tatile gitmeyi tercih ederim, o zaman akraba ziyareti gibi bir derdin olmuyor. Ama gel gör ki evlendik evleneli eşim bayramda seyranda akrabalarını görmek için yanıp tutuşuyor. El öpmeye ne meraklıymış! Ben  tatil planı yaptıkça o akrabaları sokuşturuyor araya. Hayır biz sevgiliyken hiç bir bayramda memleketine gitmeyen adamın aşkı evlendikten sonra kabardı. Ama sadece kendi akrabalarına! Bir kere de demiyor ki senin de annen var, baban var, teyzen var, büyüklerin var gel bu bayramda onları görelim. Varsa yoksa yemekle kafayı bozmuş ailesi. Her bayram aşırı doz akraba yüzünden alerjim tutuyor!

Daha bitmedi… Bunun kandili var, doğum günü, evlilik yıl dönümü, kadir gecesi, anneler günü, babalar günü… Bu gibi günlerde tek tek hepsini araman bekleniyor. Aynı ev içinde yaşayanlar bile özel telefon bekliyorlar. Ver ahizeyi Necla’ya kapamadan onu da aradan çıkarayım ama yok, illa kısa bir süre sonra onu da arayacaksın, gönlü olacak. Bizim telefon suyla çalışıyor ya.  
Bir keresinde kandili unutmuşum da aileden aforoz etmek isteyenler oldu. Özür aramalarımızla telafiyi sağladık, fatura yine kol gibi!

Bu konuda çaresi olan yok sanırım. Çevremdeki geniş aileye sahip herkes aynı şeylerden yakınıyor. Böyle zamanlarda ziyarete giderken şalteri kapayıp, stand by modunda insanlara yaklaşmak en akıllısı. Bırak onlar anlatadursun sen o sırada Çeşme’de serin sularda yüzen arkadaşlarını düşünüp kudur. Sakın onlar evde kaldı ben evlendim diye teselliye kalkışma o anda kız kurusu olmak, sana dünyanın bulunmaz bir nimeti gibi görünecektir. Akbaba ay pardon akrabalara alışmalısın ve elinden geldiğince az zaman geçirip, o zamanda da umursamaz olmayı öğrenmelisin. Sen sadece koca buldum diye sevinirken yanında bonusları da hesaba katmalıydın!

Son olarak eşimin küçük yengesine seslenmek isterim:

“Gürdal Yenge bayramda biraz paraya kıyıp kaliteli çikolata alın lütfen yoksa bana verdiklerinizi yemekten köpeğiniz kör olacak!”

9 Ağustos 2011 Salı

Alışveriş Merkezlerine Erkek Oyun Alanı Yapılsın. Lütfen Ama!


İlk alışverişle tanışmam annemle beraber yaklaşık 6 yaşlarımda bir alışveriş merkezine gittiğimiz gün oldu. Hayatımın en güzel günlerinden biriydi! Nedense alışveriş günleri hala hayatımın en güzel günleri. Tüm kadınlar için böyle değil mi? Etrafımda tanıdığım tüm bayanlar alışverişe bayılıyor…

…ve tüm erkekler alışveriş konusunda fobi sahibi.

Erkekler için alışveriş maalesef ihtiyaçtan ibaret. Ayakkabın eskirse yenisini alırsın, yazın 2 adet şort mayo neyine yetmiyor, saçına sürülen jöle dışında kozmetik ihtiyacı ne garip, eve sadece canının çok çektiklerini almak kafi değil mi?
Bu zihniyette olan bir türden Balenciaga’nın yeni sezon çantasını arzulamasını beklemek hele hele etiketteki o fiyata gayet makulmüş gibi tepkiler vermesini istemek hayalden öteye gidebilir mi?

Bizim evin market alışverişini genelde bayan olarak ben yaparım. Cinsiyet ayrımcılığına inandığımdan değil, tek nedenim aç kalmamak!
İlk evlendiğimiz zamanlarda eşimi market alışverişine göndermiştim. Eline alınacaklar listesi bile verdim. Sonuç?

HÜSRAN!

Listede yazan herşey alınmıştı ancak pirinç bölümüne çizik atarken normal bir ailenin (hele ki evine hayırlı olsuna gelenlerin bol olduğu bir dönemde) yarım kilocuk bir pirinçle kaç gün geçirebileceğini düşünmek yerine Nutella’da yapılan indirime odaklanmıştı. En büyük boy koca bir kavanozu zafer kazanmış gibi eve taşıdı ve paketten çıkarırken İstanbul’u feth etmiş Fatih gibi bir surat ifadesi takındı. Eminim o anda öfke okları yerine alkış bekledi.
Aslında salaklık bende. Listeye ne diye sadece meyve yazarsın! Biraz detaya inip açsana konuyu. Sen böylesine karışık(!) bir ihtiyacı kısacık yazarsan adam da 4 adet elma ile gelir eve. Aaaa ama hakkını yemeyeyim aldığı yoğurtla tüm mahalleye leğende cacık yapabilirdim!
Bu ilk ve son denememden sonra market alışverişini emin ellere bırakarak paçaları sıvadım.

Biz genelde beraber kıyafet vb. alışverişe de çıkmıyoruz. Hayır birşey almayacaksam sadece mağaza gezmemde ne sakınca var? En azından  sezon hakkında fikir edinmek de işe yaramaz mı?  Üç saat boyunca hiç durmadan birşeyler almam, sadece gezmemden daha feci sonuçlar yaratmaz mı? Şükreceğine ne diye söyleniyorsun?
Bu gibi durumlarda ben mağaza gezerken eşimi avm girişindeki çocuk oyun alanına bırakamaz mıyım?

Erkekler alışveriş merkezlerinde zamanlarını teknoloji mağazalarında geçirmeyi sever. Bu bizler için çok büyük şans. O son çıkan televizyonlara, oyun konsollarına, telefon modellerine bakarken sen de dilediğince gezebilirsin. Bu teknoloji mağazaları benim için bir nevi erkek oyun alanı. Alışverişe gittiğimizde kocamı Teknosa’ya bırakıyorum. Sağolsun ordaki çocuklar sahip çıkıyorlar bizimkine. İşim bittiğinde onu ordan alıp öyle eve dönüyorum. Arada karnı acıkırsa beni arıyor, karnınını doyurup yine oyun alanına gönderiyorum kendisini.


Nedense aldığımız ayakkabılar ve fiyatları erkeklere hep batar. O bir çift ayak tüm ömür boyu bizi taşıyorlar. Kaliteyi hak etmiyorlar mı? Küçücük bir oyun konsoluna o kadar para vermek normalken sanat eseri bir Manolo Blahnik’e verilen paraya acımak niye? Sen Messi’nin bire bir kopyasını göreceksin diye FIFA,PES oyunlarına döktüğümüz parayla bana da birşeyler alınırdı diyor muyum ben?

Bir de işin kozmetik boyutu var. Erkeklerin kozmetik ihtiyaçları saç jölesi, traş köpüğü ve parfümden öteye gitmiyor. Çok az erkek bilirim nemlendiricinin ne anlama geldiğini bilen. Ama maalesef hayatın kırışmak gibi bir gerçeği var ve biz kadınlar için bu önemli bir mevzu.
Ben 20 yaşımdan beri nemlendirici, 25 yaşımdan beri de göz altı kremi kullanan bilinçli bir tüketici olarak, parfümü, değişik aromatik spreyleri çok severim. Dışarı çıkarken hafif de olsa makyaj yaparım. Tek bir rujla tüm ömrünü geçiren kadınlardan da değilim. Eh hal böyle olunca evde kozmetik ürünler birazcık yer kaplıyor. İlk evlendiğimizde eşimden gelen tepki aynen şöyleydi ; “Bu kadar şeyi ben sürsem Brad Pitt olurum.” 
Allah aşkına sür canım ya!

Erkekler kozmetiklere laf eder ama her zaman da merak ederler. Şahsen benim kocam kremlerim, peelingim hakkında hep bir merak içinde. Akşamları ben krem sürerken pür dikkat beni izliyor. Hatta bir keresinde krem süreyim diye onlarca para verdiğim göz altı kremimi avucuna boca edip tüm yüzüne sürmüşlüğü var. Açıklaması daha bomba: “ben onu eşantiyon sanmıştım, ne öyle ufacık tüp içinde. ”

Erkeklere alışveriş ve zaruri ihtiyaçlarımız konusunda çok açıklama getirmene gerek yok. Nasıl olsa işe yaramayacak. Akışına bırak. Seninle yaşadıkça alışacak ve bir gün elinde kocaman bir paketle çıkagelecek. Çantalarının fazla olmasına söylenen kocan sana çok güzel bir çanta almış olacak veya ayakkabıya onca para vermene söylenen adam o çok istediğin Steve Madden’ı önüne sunacak. İş bu aşamaya gelene kadar sabretmeyi öğren, alışverişe beraber çıkmamaya çalış veya çıkarsan da kocanı erkek oyun alanına bırakmayı sakın unutma. Yoksa tüm gün burnundan gelir. Her aldığını da göstermek zorunda değilsin. Sakla demiyorum ama akşamları önüne sermeyebilirsin. Nasıl olsa o ne aldığınla değil etikette ne yazdığı ile ilgilenecektir. O güzelim elbiseyi alırkenki heyecanını kaçırmaya gerek yok.

Bizler Sex and The City dizisi ile ergenliğini geçirmiş bir nesilken alışverişten uzak durmamızı bekleyen erkeklere söyleyeceğim tek bir lafım var;

"Bu ülkede futbol biter, Play Station çöpe giderse...  üzgünüm ben yine alışverişe giderim bebeğim!"


5 Ağustos 2011 Cuma

HAKLISIN KOCACIM (!)


Şahit olduğum ilk aile kavgası annemle babamınkiydi. Yemeğin sarımsaksız olması yüzünden çıkmıştı sanırım. Ne garipler bir sarımsak yüzünden kavga edilir mi diye düşünmüştüm.  Ben de evlendim ve şimdi onları o kadar iyi anlıyorum ki.
Evliliklerde kavga etmek için büyük bir nedene ihtiyacınız yoktur. Bu kavga bir sarımsaktan da çıkabilir, kirli bir çoraptan da, arkadaşınız Arzu yüzünden de. Siz yeter ki kavgaya ortam sağlayın.

Annemle babam kavga ederlerken dikkatimi çeken başka bir şey önceleri annemin durumu sakince anlatmaya çalışması ve babamın inatla anlamaması ve daha sonrasında babam cır cır konuşurken annemin sesini bile çıkartmadan onu dinlemesi olmuştu. Çok şaşırmıştım. Neden annem konuşmuyordu? Bu sorunun cevabını ancak evlendikten sonra verebildim. Erkeklere anlamak istemedikleri (dikkatinizi çekerim anlamadıkları değil, anlamak istemedikleri!) şeyleri anlatamazsınız, Böyle bir durumda susmaktan başka çareniz yoktur. Boşuna çene yorma kimin ne işine yarar ki?
Bir de dinliyormuş gibi yapabilme durumu var. O anda siz geçen gün vitrinde gördüğünüz o mavi elbiseyi hayal ederken adam karşınızda kıçını yırtacaktır varsın yırtsın, siz de dinliyormuş gibi görünürseniz bir sorun olmaz hatta “vay be susturdum benim hatunu” diye kabarma durumları bile olur.

Bir de evliyseniz kavganın dozunu çok kaçırmayın derim. Sonra aynı yatağa gireceksiniz! Boğmak istediğiniz bir adamla sabaha kadar aynı yatakta durmak nefsinizi sınamak gibi bir şey olur. Kavgalar ilişkilerin tuzu biberidir ama hangi yemeğe tuzu ve biberi çok koyarsanız tadı kaçar. Kimse evliliğinin yenemeyecek bir ara sıcak konumuna gelmesini istemez.

Erkeklere gore kadınlar hassas varlıklardır. Bizleri kırılacak bir vazo gibi görür ve durmadan bu durum hakkında söylenirler. Bu zamana kadar bir sürü kadınla beraber olmuş kocam ve türlerine sorarım; çevremde tanıdığım tüm kadınlar hassasken ve tüm erkekler bundan şikayet ederken bizden öncekiler başka bir dünyadan mıydı?
Gül’ün pembe ojelerine alışmışsın, Filiz’in derli toplu olması sende derin izler bırakmış, Şule’nin sakinliği her kadında olması gereken bir durummuş. Hiç mi anlamadın bu kadar kadınla beraber olurken bizlerin hassas olduğunu da şimdi bana hortlak görmüş gibi bakıyorsun?
Biz size kazma diyor muyuz? Biz ağlarken gözünüzün teki TVdeki FB maçına kaydığında gözlerimizi 37 ekran gibi açıp “ama canım ne kadar odunsun, senle iletişim çok zor” diye tepkiler veriyor muyuz? Işten yorgun argın eve dönerken, yolda bir posta kayınvalidemizin laf sokmalarını dinleyip, asabiyet sahibi olup, eve gelip bir de kavga bulunca şu çok sevdiğiniz Transformers filmindeki tenekeler bile koy verir. Hatta kısa devre bile yapabilirler. Farkında mısınız?

Evlilikte çoğu kavga artık küslüğe varmamaya başlar. Çünkü küs olmanın zulmünü çeken bilir. Sevgiliyken ne kolaydı; vurur kapıyı giderdin, akşam istediğin arkadaşınla bir kadeh şarap içip kafayı dağıtır, sadece sana ait olan eve ve özgürce yayılabileceğin yatağına dönerdin. Şimdi öyle mi? Eve gelip kendine ve küs olduğun adama yemek yapıyorsun. Arada içimden o pilava tükürmek geliyor!
Tüm akşam başka odalarda takılsanız bile gecenin buluşması yatak odasında gerçekleşiyor. Ufff tüm gece birine sırtını dönüp aynı yönde yatamak çok zor. Üstüne yattığınız taraf inanılmaz uyuşuyor. O acıyı çekmek yerine iki öpücükle olayı bağlamak daha mantıklı. Varsın kocanız sizin alttan aldığınızı düşünsün, alttan alan kadın olmak uyuşmuş bir bedenden daha az acı vericidir.
Ama bazen sizi derinden yaralayan kavgaların sonunda küslük kaçınılmazdır. Gerçi kocanız bu derinden yaralanma olayını bir türü idrak edemeyecektir.

Bir anda aynı evde yaşayan iki yabancı gibi olursunuz. Sonu muhteşem bir sevişme ile sonuçlansa da bu küslük aşaması insanı çileden çıkarabilir. Kimi zaman araya arkadaşlar girer. Herkes orta yolu bulmak adına laflar eder, kendi deneyimlerini paylaşır. Ama gerginlik büyümesin diye hem size hem kocanıza haklısın diyenleri hala anlayabilmiş değilim. Kendinin haklı olduğunun teyidini almış bir insan tüm silahları ile saldırmaya hazır bir ninja olabilir. En iyisi objektif bakabilen ve tüm gerçekleri dan dan yüzünüze vuran arkadaşlardır. Acilen onlardan edinin!

Evlilikte küsken en zor olanlardan biri çevrenizdekilere mutlu aile tablosu çizme zorunluluğudur. Ki bu genelde aile çevresine yapılmaktadır. Yarım saat önce evde boğazına sarılıp öldürmek istediğiniz kocanızla anne ve babasının evinde mutluluk tablosunu Picasso bile çizemezdi eminim. Ama evliyseniz başarmanız gerekli. Atılan o imza hepimize üstün güçler yüklemekte. Gücünü kullanamazsan elenirsin. Kimse içinden çıkamadığı bir kavgaya kayınvalidesinin dahil olmasını istemez. Yüzünüze sahte bir gülücük, 2-3 saat herşey yolunda gibi davranmak tüm sorunu çözecektir. Eve döndükten sonra o saatlerin acısını çıkarırsınız nasıl olsa.

Şimdi sana hayatın acı gerçekleriden en can alıcısını söyleyeceğim. Yerine otur ve derin nefes al. Evde kavga durumlarında kaçınılmaz bir son vardır:

“Erkekler daima haklıdır!”

Sen istediğin kadar dil dök, tüm delillerinle saldır, bağır çağır, ağla zırla, sonuna kadar haklı ol ama işin sonunda kocan mutlaka haklı çıkacaktır. Bunu nasıl başarıyorlar? Sanırım ben keşfettim. İki taktikleri var bu türlerin; ya çeneleri ve ikna kabiliyetleri ile aklımızı karıştırıp sonunda kendini haklı çıkarıyorlar ya da seni öyle bir canından bezdiriyorlar ki “allah kahretsin be haklısın!” demek kaçınılmaz oluyor. Çünkü ancak bunu dediğin zaman susyorlar. Bu yüzden kavganın başında son derece emin adımlarla haklılık yolunda ilerlerken sonunda apışıp kalırsan sakın şaşırma. Erkekler haklı olmayı sever şekerim ve sen karısı olarak ona hak vermezsen hayatından bile bezebilirsin.
Arada alttan alıp, pohpohlarsan, arada sesini çıkarmayıp görmezden gelirsen ve sonunda kocana daima haklısın dersen hiç bir sorunun kalmaz.  

Son olarak burdan kocama seslenmek istiyorum;
“Geçen günkü kavgada dediklerini hiç anlamadım çünkü dinlemedim. Bana bizim sokağın başındaki mağazada beğendiğim çantayı alırsan bir sonraki kavgamıza daha iyi konsantre olabilirim.”

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Kocamın Arkadaşlarını Öldürsem? Hafifletici Nedenlerim Var!


Dostluk çok güzel bir şey. Yıllarca ne emekler verip çok büyük dostluklar kurarız. Kimisi kardeşten, anne-babadan bile yakın olur bize. Ama  senin yıllarını verdiğin bu dostluk tahtına evleneceğin erkeğin kendi çevresini bir anda lönk diye oturtman gerekir. Ailesini anca sindirmeye çalışırken arkadaşları eksiktir. Tabi ki de hepsi kötü olmayacaktır. Arada gerçekten seveceklerin bile çıkar. Peki ya seni gıcık edenler? Atsan atılmaz satsan satılmaz.

Evlenmeden önce, ilişkinizin başlarında hepsine kendini sevdirme görevini üstlenirsin. Niye? Çünkü koca buldum umuduyla adamı kaçırmamak için herkesle iyi geçinen kız görünümü şarttır. Ben sana en başından söyleyeyim böyle bir görev, görünüm seni kanserden öteye taşımaz. Eşin, sevgilin onları seviyor diye sen de onları sevmek zorunda değilsin. 
Bir kere şu gerçeği kabul etmek lazım. Erkekler insan ilişkilerinde kadınlara oranla daha yalın, düz mantıklı ve kördür. Çevresindeki herkesi bizler kadar ince eleyip sık dokuyarak seçmezler.

Öncelikle kocanın erkek arkadaşlarını ele alalım. Bekar olanlar onlarla her allahın günü en az beş saat playstation oynayacak adam elden gidiyor diye triplere gireceklerdir. Hele ki bu bekar arkadaş kız bulmakta zorlanan, doğuştan mongol bir tipse tüm bunalımı ile üstüne çökecektir. Kocanın birini bulmuş olması, onu, sizin evde kalmış komşu kızının depresyonuna sürükleyecektir. 
Eşimle ilişkimizin ilk günlerinde öpüşüp koklaşmak yerine evinde, bar köşelerinde bunalımdan sarhoş olmuş bekar erkek arkadaşına destek olmaya az koşmadım. Gerçi koşan eşimdi ben de peşinde çuvaldım daha güzel bir tanım olur.
Bu bekargiller en olmadık zamanlarda eşini arayıp sadece erkeklerin (!) katılabileceği aktivitelere davetlerde bulunacaklardır. Bu aktiviteler sıklaşıp da eşin hepsine aynı coşkuyla katılmadıkça senin düşman olma yolunda ilerlemen hızlanacaktır. Adi kadın niye çocuğu arkadaşının elinden alıyorsun!

Çoğu erkek arkadaş ortamda bir bayan olmasını umursamadan bilimum küfürlerini, argo laflarını, maganda el şakalarını sergileyecektir. Hadi kendimi geçtim de çevredekilerin bakışlarını napacağız be abicim? 
Eşin ince bir insansa bu tipleri güzel bir dille uyaracak olmadı ilişkisine mesafe koyacaktır. Ama eşin de onlara uyum sağlıyorsa buyrun cenaze namazına.

Bir de bu erkekgiller evde erkek erkeğe aktivitelere girmek isterler. PES oynamak, poker çevirmek, deplasman maçı izlemek… mek… mek… mek… Bunların hepsine hayır diyemezsin, yoksa senin kızlar size geldiğinde veto yemen kaçınılmaz olacaktır. Ama ipin ucunu kaçırırsan kendini Play Station cafe garsonu ilan etmen kaçınılmazdır. 
“Yengeeee bi kola koysana bana.”

Hep merak etmişimdir bu erkek arkadaşların kendi evleri yok mu? Neden tüm aktiviteler bizim evde gerçekleşmekte?
Bunu kocana her sorduğunda kendi kafasında oluşturduğu telkinleri sana sayacaktır.

“Hayatım bizim televizyon daha net gösteriyor.”
“Aşkım onlarda maç paketi yok.”
“Sevgilim onun annesi gelmiş bu hafta evi müsait değil.”

Bir de kocanın kız arkadaşları var. Bu dünyada kadının kadından büyük düşmanı yoktur. Sakın unutma! İçlerinden bazıları kocana önceden göz koymuştur. Sen devreye girince elinden kocası alınmış kadınlar gibi ortalara dökülürler. İçten içe seni kötülemeler, kendisinin ne kadar mükemmel olduğunu kanıtlamalar, kocana gereksiz samimiyet göstermeler, ilişikilerin ne kadar boş olduğunu, bekar olmanın sultanlık olduğunu dikte etmeler… Sana gülerken arkadan Bizans entrikaları çevireceklerdir. Sakın tepki gösterme çünkü kocan durumu kabul etmeyecek ve önceden gelen saflığı devam edecektir. Sen de kötü niyetli kız olacaksın. O kızları yavaş yavaş hayatından uzaklaştırmak ve kocanı doldurmaktan başka çaren yok! Zafere giden yolda herşey mübahtır!

Kocanın en yakın arkadaşının uyuz sevgililerine gelelim.
Hepsini Taksim Meydanı’nda yakarsam kaç yıl yerim?

Hayatını sadece erkek arkadaşı yapmış, kul köle olmuş, yemediği halt kalmadığı halde en namuslu kız pozlarına giren kızlardan en çok nefret eden ben, bir anda o kızlarla haftasonlarımı paylaşır, kocalarımız maç izlerken mutfak muhabbeti yapar halde buldum kendimi. Bu türe hala bir çözümüm yok bulan beri gelsin Allah rızası için.

Ortama ilk girdiğinde kendini duayen sanan paçozlar seni ucuz numaralarla sınamaya başlayabilirler. En olmadık anlarda en olmadık sorular seni sıkıştırmak içindir. Kurumsal şirkette iş mülakatında mıyız be ablacım?
Kimisi olayı alkol yoluyla çözme taraftarıdır. Sana bir kaç kadeh içirip çakır keyif olmanı sağlayacak ve içinde yatan hain kurt kişiliğini ortaya çıkarmaya çalışacaktır. Eeee arkadaşları herşeyden değerli, sen bir anda çıkageldin haddini bil!

Bu arkadaşgiller dua et seninle aynı hayat standardına, aynı zevklere sahip olsunlar. Aksi durumda sevmediğin insanlarla en sevmediğin aktivitelere katılmak zorunda kalacaksın. Ben şahsen bir tatilde, ucuza gelsin diye fast food yemekten kabız oldum! Her doğum günümde ucuz mekan bulucam diye helak oldum! Kıyafetime verdiğim paralara kocam laf etmezken arkadaşgillerden laf yedim! En yakın arkadaşlarıma bön bön bakanlar bile gördüm! Konser, bale, tiyatro gibi aktivitelere davet ettikçe sinir hastası oldum! Kendi evlerine aldıkları eşyaları bir milyon kez dinledim! Hepsinin fiyatlarını ezberledim! Arkadaş dediğim insanların özel günlerinde hediye alınmamasına alıştım! Kocamın jestlerini onların ilişikileri bozulmasın, sorun çıkmasın diye saklar oldum! Et lokantasında balık isteyene şahit oldum! Kız arkadaşlarıma asılmasınlar diye dua etmekten dindar bile oldum!

İnanın kocamla ilişkimde beni en çok yoran şeylerden biri bu arkadaş sorunudur.  Bunca yıllık hayatımdaki alışkanlıklarıma, hayat duruşuma, çevreme bu kadar zıt insanları hayatımın en orta yerinde bulduğumda uzun süren bir bocalama dönemim oldu. Kendime yediremedim kimi zaman. Bazen kendi kendimi sinir ettim. Ama anladım ki ben ne yaparsam yapayım onlar hayatımın bir parçası olacaklar.
Zamanla eşim benim hayatıma, alışkanlıklarıma uyum sağladıkça –ki genelde erkek kadına uyum sağlıyor- bu insanlar ona da garip gelmeye başladılar. Önceden göremediklerini, belki görmek istemediklerini, iki kişilik düşünmeye başladıkça gördü. Tamamen değişim olmadı hemen heveslenmeyin ama artık ilk başlardaki kadar hayatımızın odağında değiller.
Tüm bu insanlara büyük tepkiler gösterdikçe, dır dır yaptıkça durumun değimesini beklemeyin. Olay kocanızın tepkisini almaktan öteye gitmez. Zamana bırakın, biliyorum çok zor ama güzel günler çok yakında. Siz uysal ve anlayışlı oldukça kocanız da daha seçici ve düşünceli olacaktır.

Son olarak burdan kocamın en yakın arkadaşlarından birine seslenmek isterim:

“Senden nefret ediyorum Özge!”

1 Temmuz 2011 Cuma

Çok Bilinmeyenli Bir Denklem: KAYINVALİDE!



Annesinin kızı derler bana. Çok severim annemi ve çok iyi anlaşırız. Onun yerini başkasının alması düşüncesi beni hep germiştir. Başka bir kadına “anne” demek! Hala tüylerim diken diken oluyor. Ama evleniyorsanız bu acımasız gerçekle illa ki yüzleşeceksiniz.

Kayınvalidemi ilk tanıdığımda eşim bana evlenme teklifi etmişti. Eşimin babası ve annesi ile bir tanışma yemeğimiz oldu. Kendileri şehir dışında yaşıyorlar –arada şansım yağver gidiyor-, onları ziyarete gittik.
Kayınpederimle gayet sıcak ve hoş sohbet bir ilişkimiz olmasına karşın, kayınvalidemde hissettiğim o mesafe ve bir dakika sonra kurda dönüşecek hissi beni inanılmaz germişti. HAKLIYMIŞIM!
Ilk tanışmada az ve öz konuşan, hep bir mesafe koyan sayın kaynanam sonradan hayatımı çekilmez kılan, bilimum tüm zulümleri uygulayan bir canavara dönüştü.

Bir anda beni kendine rakip görmeye başladı. Hadi bu her evlilikte yaşanan bir problem dedik geçtik. Bana alınacak iç çamaşırına bile karışan, burnunu herşeye sokan, oğluna olur olmadık yalanlar uyduran, ailemin damarına basıp kavga için aranan kimseye ne denir?

Daha kız isteme olmadan “bana anne diyeceksin!” diye tutturdu. Marketten çikolatayı almadan kağıdını açıp yemek gibi bir durum bu. Çok zorladım kendimi ama bana bu kadar uzak mesafede duran bir insana, hayatımın en önemli insanının rolünü vermek mümkün olmadı. Sonuç mu? Kendisine hala anne demiyorum ve eminim hala kuduruyor.

Evliliklerde yazılmamış bir kanun maddesi var bence;

“Eğer gelinsen hep sen vereceksin, hep sen yapacaksın. Karşından bir şey beklersen direk saha dışına çıkarsın.”

Sayın kaynanam her bayramda aranmayı ister, her kandilde, her doğum gününde, her anneler gününde, her yılbaşında… Ama kendisinin aramasını gerektirecek bir durum yoktur. Ah be teyzecim seninki can da bizimki patlıcan mı? Biz doğmadık mı? Bizim özel günümüz hiç yok mu? Beni özel günlerde arama servisi olarak mı aldın oğluna?

Düğün hazırlıkları esnasında kayınvalide zulmü görmeyen kadınlara hep özenmişimdir. Şahsen benimki Kazıklı Voyvoda’dan beter bir hal aldı. Tüm mobilyacılara gelmek istedi. İki dükkan gezdi, yoruldu, kahve molası istedi. Bir gün içinde insan 5 kahveyi nasıl içer? Toplam dört saatte halledilecek bir sürü işi koca bir gün yapamadık.
Bizim genç olduğumuzu unutup Sülüman dizisinin setine koltuk alıyoruz zannetti. Varaklı, oymalı, kakmalı mobilyalarda ısrarcı oldu, Biz hayır dedikçe asabiyet yarattı. Benim beğendiğim herşeyi özensiz ve çok sade buldu. Aman yanlış anlamayın parasını verdiğinden değil, sadece egosunu tatminden. Kendisinin evimize bir kuruş katkısı yoktur sağ olsun.

Gelinlik seçiminde beni canımdan bezdirdi. Her kabinden çıkışımda aynada gördüğüm benden daha da bir nefret ettim. Ne dediysek anlamadı. Mağaza müdürü kadının olaya el atması sonucunda gelinlik seçimini sonraya bırakma bahanesiyle kendisini olay mahalinden uzaklaştırdık. Sonra ben kendi istediğim gelinliği kendi başıma aldım. Kıyamet kopmadı mı? Alası koptu! Sonuç? Kendi zevkime, bedenime, yaşıma uyun gelinliğimle düğünde ona inat tam karşısında göbek attım.

Bir de bu kayınvalidegillerin gençliklerinde içlerinde kalanlar vardır mutlaka. Bu kalıntıların acısını çıkarmak için gelinlerini beklerler. Bilmem ne yöresinin el dokumasını alamayan kayınvalide, senin minimalist salonunun tam orta yerinde o yöresel desenli halıyı görmek ister. Kabul etmezsen küser hatta benimki gibi kavga bile çıkarır.

Çeyiz olayına giriş yaptığınız gün en kabus gününüz olabilir. Benim annem modern bir kadındır. Yıllar öncesinden, ileride modası geçmesi kaçınılmaz çaputlar koymamış çeyizime. LCD üstüne dantelim yok benim ve bu durum kayınvalideciğim tarafından öksüz evlat muamelesi görmeme sebep oldu. Çok ayıplandık. Çeyizimdeki donanım eksikliği nedeniyle bir de o alışveriş furyasını başlattı. Hala anlamış değilim benim giyeceğim donu neden o seçmek istedi?

Tüm bu savaş, dövüşün yanında bir de eşimi doldurmaya çalışması da cabası! Yazık benimki kuzu gibi sesini çıkartmadan dinleyip “aman boşver kulaklarını kapa” diye bana telkinlerde bulundu hep. Hakkını ödeyemem. Ama sakın sanma ki annesine laf ettirdi. Büyüklerimden hep duyardım, yaşadım kendim de gördüm ve sana verebileceğim en büyük tavsiyem; bir erkek ne olursa olsun hayatta annesinden kopamaz ve hayatta ona tek bir laf bile ettirmez. Bu yasak bölgeye girersen yanarsın!
O istediği lafı eder, kavgasını çıkarır, küser ama sen annesine en ufak bir şey dediğinde panter kesilip sana çemkirir. Aynı şekilde annesi sana istediği zulmü yapar, hakareti eder, bağırır bile ama sen ufacık bir saygısılık yaptığın anda günah keçisi olursun. İlginç bir durum farkındayım ama hayatın acı gerçeği. En iyi çözümü mağdur kişi olup çoğu denilene, yapılana kulağını kapamak. İşte o zaman erkeklerin kadınları koruma iç güdüsü devreye girerse nesli tükenmiş korunmaya muhtaç pandalar gibi sarılıp sarmalanırsın.

Bir de nedense bu kayınvalidegiller dedikoduya bayılırlar. Benimki bana her fırsatta dedikodunun çok günah olduğundan bahsedip hakkımda atıp tutmadığı insan kalmadı. Hayır anlamadığım esas nokta insanlara beni bu kadar kötüleyip sonra onların yanında bana iyi davranması midesizlik değil mi? Dedikodulara inanıp kendine görev biçen, her fırsatta bana pis pis göz süzen teyzelere diyecek lafım bile yok.

Bu konu ile ilgili söyleyebileceğim çok fazla iç rahatlatıcı çözüm yok. Ama zamanla insan hissizleşiyor, görmezden gelmeye başlıyorsun ve sen görmedikçe onun içinde bir zevki kalmıyor. Amacı acı çektirmek olan birinin acı görmemesi beslenmesini engeller mantığı. Sen her bildiğini okudukça kuduruyor ama evlendikten sonra onun bildiklerinin evinde çok yeri de kalmıyor. Arada hayatına müdahale etmeye çalışıyor ama muhatap olmazsan kendi kendine çalıp söylüyor.

Evli olduğun adımı seçtiysen bir sürü şeye katlanıyorsun. Kayınvalide işi biraz piyango. Bana amorti bile çıkmadı!

20 Haziran 2011 Pazartesi

Bit Pazarına Nur Yağmaz


Sevgilinizle veya eşinizle uyurken gecenin köründe cep telefonu çalmaya başlar. Erkek kısmısı genelde uyanma zorluğu çektiğinden telefona siz uzanırsınız ve ekranda daha önce hiç bahsi geçmeyen bir kadın ismi görürsünüz.

“Sibel”

Benim eski sevgili sendromuna girişim bu şekilde başladı. Bu karı paranoyak diyenlerinizi duyar gibiyim. Sen kendini benim yerime bir koysana. Gecenin üçünde hangi kadın çok masum duygularla sarılır telefona. Hem de adını daha önce hiç duymadığınız bir kadın!
Biz de kadınız anlarız birbirimizi Sibelcim demek isterdim ama o anda içinden geçenler +18 sansürüne takılmaya adaydı. Sibel ya alkol almış o kafayla bilinçsiz bir şekilde aşkı kabararak, ağzından salyaları akarak sevgilime saldırıya geçiyordu veya geceli gündüzlü kafasında kurup o anda aramak için atağa geçme özgüvenini bulabilmişti.
Telefonu açmadım tabi ki de! Ama Sibel durur mu? Hemen saniyesinde kısa mesaja bağladı. Kendimle savaşsam da o mesajı okumamak için dayandığım sure 3 dakika civarıydı. Mesajı bir kez daha dillendirip kendimi daha da kudurtmak istemiyorum. Ancak eski bir hikayeden kalma ve kuyruk acısı dolu bir sesleniş olduğu apaçık belliydi. Ne mi yaptım? Sabaha kadar tüm tırnaklarımı yiyerek günün doğmasını ve adamın uyanmasını bekledim. –Ben eşime her kızdığımda adam derim- Sabah yapacağım konuşmanın provasını bile geçtim 3-4 kere.

Sabah eveleyip gevelemeden direk konuyu açtım. Ben o kadar sinirle küpümü doldurmuşken adamdan gelen tepki “aman boşver cevap vermezsek vazgeçer" oldu! Benim tek sorunum cevap verilmesiydi sanki! Bu ne kendine güven, bu ne rahatlık Sibel! 
Gecenin 3ünde  o anda BENİM! gözüyle baktığım adamı istediği gibi arayabilen birinin geçmişinde ufak bir aşk hikayesi yatmaz. Gerçi hakkını yemeyeyim Sibel de çok ısrarcı çıkmadı, kendisi hakkındaki hikayeyi zorla kocama anlattırdıktan sonra içim iyice rahat etti.

Kimisi cidden ısrarcı oluyor, arkadaşlarımdan duyuyorum. Adam evlendim bile dese taarruza devam edenler tanıyorum. Sen kutunu açmışsın kaderine razı gelmişsin gözün hala niye seçmediğin kutuda, bu ne maymun iştah! "Kaçırdığım fırsatları görmek istiyorum Memet Ali Beeeyyy."

Eh bu eski sevgililer sadece erkeklere mahsus değil şekerim. Gün olur devran döner misali bir gün de benimkilerden biri çıkageldi. Facebook’dan bir mesajla… Benim eşimden bir şey saklama huyum pek yoktur. Bu olayı da saklamadım. İçten içe Sibel’in intikamını aldığımı da itiraf ediyorum. Ne mi oldu? Sibel’e “aman boşver” diyen adam benim eskim ortaya çıkınca kaplan kesildi. Tripler, sorgulamalar, çocuğa sövmeler. Direk kendimi savunmaya geçtim ve ilk örneğim onun eskileriydi. Onlarla bunun bir alakası olmadığını söylediği zaman hayatın bir gerçeğini daha anladım;
Dünya erkeklerin etrafında dönüyor!

Bir de kocanızın eski sevgililerine prim veren kıskanç kankaları olabilir. Her fırsatta eskilerden örneklerle ortamı germekte üstlerine yoktur bu kız kurularının. Şaşırıp adımı bile yanlış söyleyen (eskilerden birinin adı olarak) gördüm. Ölür müsün öldürür müsün? Bana ne bacım Arzu’nun parfümünden. Ne kadar güzel kek yaptığı bizi ne ilgilendirir. Siz bu aksiyonlarla kendinizi yiye durun kocanız hiç birşeyi fark etmeden gayet saf salak hayatına devam edecektir. Konu kaltak kankalar ve eski kız arkadaşlar olduğunda o dünyanın en anlayışlı ve saf erkeğidir!

Sevgilin evlenme yaşına geldiği zaman bit pazarına nur yağmış gibi eskileri saldırıya geçecektir,hazır mısın?. Daha önce birliktelik yaşadığı kızlar evde kalma korkusuna girdikleri anda eski defterleri açıp “seni seçtim pikaçu” diye ideal koca adayına saldıracaklardır. Buradan sineksavar üreten firmalara sesleniyorum. Allah rızası için eski sevgilisavar da üretin!

İnan bazı kadınlar evlensen bile aramaya devam edebiliyor. Eşin olmadı önceden arkadaşlık kurduğu görümcen yoluyla saldırıya geçenler bile var. Ama sizin ilişkiniz güzel gidiyorsa ve sevgi varsa sakın korkma! Bu türler rahatsızlık verdikçe beslenen cinslerdendir. Amaçları huzursuzluk yaratıp ara bozmak değil mi zaten? Sakın prim verme, hayatına devam et. Adı üstünde ESKİ sevgili…

Eskilere rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı Sibelcim!