22 Ağustos 2011 Pazartesi

Elma Değil Bu Yediğimiz Ayva!




Ademle Havva’nın suçu neydi de dünyaya atılmışlardı? Günah elması mıydı yedikleri? Adem’i yoldan çıkaran Havva mıydı?
Cinselliğin günah kabul edilmesi insanlığın ilk zamanlarına mı dayanıyor?

Benden önce evlenen bir arkadaşım çok güzel bir cümle kurmuştu benim düğünümden önce; 


“EVLİLİK SEVİŞMEYİ LEGALLEŞTİREN BİR KURUMDUR.”



Ailenizin evine gittiğinizde aynı yatakta yatmanız sorun olmaz, aynı evin içinde yaşıyor olmanız artık en normal aktivite olarak karşılanır. Peki evlilikten önce gayet yolunda giden seks hayatınız evlendikten sonra hangi duruma gelecektir?

İki insan aynı hayatı paylaşacaksa kuşkusuz ki kriterlerden biri ten uyumu olmalıdır. Sana dokunduğunda veya sen ona dokunduğunda hiç bir şey hissetmediğin bir adamla bir ömür bırak aynı yastığa baş koymayı aynı evin içinde yaşamaya bile dayanamazsın. Sırf bu yüzden evlenmeden önce seksi yasaklayan zihniyetler Taksim Meydanı’nda asılmalılar! Düşünsene evlenene kadar kendini sakladığın adam yatakta sana eziyetler çektiren, mideni bulandıran biri olup çıkarsa hayatın ne kadar çekilebilir olur ki?

Bir gerçeği daha kabul etmek lazım. Evlenmeden önce inanılmaz tecrübeler yaşadığın erkek evlendikten sonra sana “namusu” , “kutsal eşi” gibi bakmaya başlayabilir ki %90 durum budur. Artık sen onun nüfusuna girmişsindir ve evlenmeden önceki fantazik fikirleri puff bir anda uçar gider. Çeyizinde yer alan o güzelim gecelikler cicim aylarından sonra tozlu raflara kaldırılabilir.
Gerçi soğuk kış gecelerinde adamı tahrik edicem diye o seksi geceliklerle yatıp sistit olmak yerine mis gibi pamuklu pijamaları kim istemez?


Evlendikten sonra sevişme yeri olarak yatak odası daimi bir mekan haline gelecektir. Evin istediğin yerinde başla bu işe bir süre sonra eşin seni yatak odasına yönlendirecek ve aktivite orada nihayete varacaktır. Perdeler sonuna kadar kapatılacak, yatak örtüsü açılacak ve ortam söz konusu aktiviteye uygun hale getirildikten sonra start verilecektir. İşini şansa bırakmak gibi bir durum yok 10 dakika sonra olacaklar zaten kendini önceden belli etmektedir. 
Bu sanırım psikolojik bir davranış. Oradan başka yerde yapınca, okulun bahçesinde coğrafya dersi işlenmiş gibi bir his içine giriyor erkekgiller.

Çok romantizm de aramayacaksın yoksa bunalıma girersin. Evlenmeden önce seni tavlamak için mum ışığı, şarap kombinasyonu yaratan kocan evlendikten sonra o mumları sadece ışıklar sönünce kullanılacak bir araç olarak görecektir. Çok yakın bir arkadaşımın deneyimini paylaşmadan yapamayacağım;

“Kızımız akşam kocası gelmeden evin her tarafını mumlarla süsler, şarabı bozdolabına koyar ve eşini beklemeye başlar. Eşi eve geldiğinde ışıkların sönük ve her tarafın mumlarla kaplı olduğunu görünce panik halinde ‘elektrikler mi kesildi?’ diye sorar”

Sonrasında olanları anlatmama gerek yok, hayal kırıklığı, bunalım başlangıcı vs. vs. Bu olayı Umutsuz Ev Kadınları (Desperate Housewifes) dizinde bir bölüm kullabilirler.

Evlendikten sonra bu işin tekrar sayısı da azalır. Evlilik sorumluluk demek, hayat koşturmacasına giriş demek, aksam eve geldiğinde yorgunluk demek. Evliliğin ilk beş ayından sonra performansta düşüklük demek. Eskinden belki de her gece yapılan aktivitenin artık –şansın varsa- haftada ikiye düşmesi demek. Yorgun argın eve gelip yemek hazırlayan, ortalığı toplayan, pert olmuş bir bedenle kim gece sporuna razı olabilir. Gerçi “bu gece olmaz başım ağrıyor” u artık sadece kadınlar değil erkekler de söylüyor. Onların da hali olmadığı zamanlar çok. Çoğu zaman her iki kişininde hali olan geceyi denk getirmek iğneye ipliği sokmaktan daha bile zor.
Galiba başka bir neden de; önceden toplumca ayıplanan bir aktivitenin çekiciliğinin, evlendikten sonra gayet normal bir aktiviteye dönmesi. İnsanoğlunu yoldan çıkaran yasak elma, her daim dolapta olan elmaya dönünce yemek o kadar da çekici gelmiyor belki de. Hatta sanırım günah meyvesi elma evlendikten sonra ayvaya dönüşüyor.

Bir de balayı sendromu var. Adı çağlar öncesinden konmuş, Bal Ayı! Baldan bolca yemezsen ceza var sanki. Balayında illa dibine vurucaz diye belini sakatlayan çiftler biliyorum. Düşünsene oteller bile sevişmenden yana. Balayı çiftine özel oda, çilek dolu bir kase, şampanya… Evlenmeden önce sakın sevişme diye baskı kuran toplum evlendikten sonra seviş diye elinden geleni yapıyor.  Sırf bu baskı yüzünden geçici cinsel soğukluk yaşayan arkadaşım var benim.

Bunları düşünüp evlilikten soğumaya, bunalıma girmeye gerek yok. Hayatın gerçeklerine hazır olmak lazım. Önemli olan kim ne kadar yapıyor, Hollywood filmlerinde ne kadar romantizm dolu evlilikler var da değil.Bizler Hilary Swank değiliz, kocalarımız da Gerard Butler değil (ah keşke olsalar) ve Ps. I Love You filmini de çekmiyoruz. Sadece evlendik!
Evlilik iki kişiliktir ve her ailenin yaşam standardı, tarzı, amaçları, beklentileri kendine göre değişiklik gösterecektir. Arkadaşın Dilan haftada beşten az sevişmeye karşı olabilir ama sana ve eşine haftada bir bile yetebilir. Bu tatmin duygusuyla alakalı biraz da. Seni ve eşini ne kadarı, ne şekilde olması tatmin ediyorsa sen bununla mutlu olabilirsin. Başkalarının ne yaptığı, ne kadar yaptığı, nasıl tatmin olduğu bırak onları ilgilendirsin. Çoğu şehir efsanesine de inanma. Kadınlar uydurmaya bayılır.

Sen sevdiğin erkekle evlendin ve aynı yatakta yatıp aynı havayı solumak bile mükemmelken başkalarının cinsel hayatı seni sakın demotive etmesin.
Cinsellik bir evlilikte olması zorunlu en baş olgulardan biri ve bu olguyu şekillendirecek sen ve eşinsin. Mutluluğunun tadını çıkararak, arada eşini yoldan çıkararak söz konusu aktiviteyi vazgeçilmez kılabilirsin. Haydi gazan mübarek olsun.:)




15 Ağustos 2011 Pazartesi

Kızım Kimlerdensiniz?

Çocukluğumdan beri mıç mıç akraba muhabbetlerini sevmem. Bayramdan bayrama görüşmek hatta mümkünse bayramda tatile gidip telefonla kutlaşmak kafidir benim için.

İstemediğin ot başında bitermiş derler ya; kocamın akraba çevresinden kocaman bir şehir kurulabilir. Amcaları, teyzeleri, halaları, haliyle bunların çocukları. Dedesi, anneannesi, babaannesi, annesinin teyzesi, babasının amcası, bilmem ne ablası, akrabadan yakın komşu teyzesi, kardeşinden öte Kamil, annesi kadar çok sevdiği Hatice Teyzesi… Sayarken bile içim bulanıyor, siz bi de bayramda seyranda düşünün beni.

Kocam İstanbullu değil ve tüm akraba çevresi şehir dışında yaşıyor.  Nişanlandıktan sonra akraba seramonisine giriş yaptık; HEPSİYLE TEK TEK TANIŞMA! Buyrun  cenaze namazına!  Hayatımda tanıştığım insanları toplasanız bu kadar etmez. Bir anda sosyal çevre popülasyonum arttı yeminle. İsimlerini ezberlemem 3 ayımı aldı.
 
Bir hafta içinde kaç eve gittim, kaç el öptüm, kaç fincan kahve içtim inan sayamadım. Tek hatırladığım çamaşır suyuna dönen midem. Hayatımda hiç tanımadığım insanlarla tüm haftamı geçirmek ve bazılarının bana “gelinimiz, seni bağrımıza basarız” , bazılarınınsa “kimlerdensin sen? Bizim oğlumuza layık mısın?” tarzıyla yaklaşması kabusumun giriş bölümü oldu.  O an canım annem geldi aklıma, bayramlarda akrabalara beni gitmeye zorladığında çemkirdiğim, eve gelen teyzelerin karşısına çıkmamak için yoktan kavga ettiğim annem. Sıkıysa bunu kaynanana veya kocana yap.
Tüm bu bik bik akraba ziyaretleri esnasında eşim dünya kupasını kazanmış bir futbolcu edasıyla kasıla kasıla beni reyona koymuş sergiliyordu. “Kaç kızım burdan “dedim. Arkana bile bakma! Eh otuzlarına yakın koca bulunca kaçması kolay olmuyor…



Akrabalardan yaşlı olanların fotoğraf gösterme hobisi vardır. Sen de eminim bunu yaşamışsındır. Benim babaannem bayılır mesela. Eve her gelene en az bir defa gösterilir o albümler. Eski günlerine döner onlara bakarken. Ama ben eşimin akrabalarının milyon tane albümüne tek tek bakıp, her bir fotonun anısını dinlerken eskilere dönmek yerine geleceğimden şüphe ettim. Çoğu ben daha çocuk yaştayken ölmüş olan amcalardan teyzelerden nefret ettim. Ama ne çare kitlendik bir kere.


Kimi akrabalar yemek konusunda ısrarcıdırlar. Eşiminse tüm ailesi! Evlerine gittiğimiz zaman küçük ölçekli bir şirketin öğle yemeğinde, çalışanların hepsine yetecek kadar yemeği bana yedirmeye çalışıyorlar. Başlarda ayıp olmasın diye ses etmiyorum ama bu da mide be halacım, öğütücü değil! 
Ah bide sevmediğim yemekleri otuz kere söylediğim halde pişirme inatları yok mu!

Kocamın sayın babaannesi; tereyağında nefret ediyorum ve siz her yemekte kullandığınız için sizden sonra 1 hafta cırcır geziyorum!


Bir de sahte sevgi gösterisine bayılan akrabagiller var. Sanırsın ki eşin onların için dünyadaki en değerli varlığı, varı yoğu onun, o olmazsa hayat durur. Eminim her eve gelen akraba çocuğuna bunu yapıyorlar. Pardon da evlenirken nerdeysiniz? Insan canından çok sevdiği kişiye üç kuruş yardım yapmaz mı? Bunlar yapmıyor tam tersine para söz konusu olunca sırra kadem basıyorlar. Herşeyleri(!) maddi sıkıntı çekerken onlar para istiflemekle meşgul. Yemişim sevgilerini!


Ama en kötüsünü söyleyeyim mi? Gelinin akrabaları ile erkeğinkilerin sidik yarışına girdikleri an! Benim babaannem ile eşimin anneannesi bir anda düelloya tutuşmuşlardı. O nerden alışveriş yapıyor, en çok şehri kim gezmiş, toronuna kim daha iyi bakmış hatta  ve hatta kimin kocası daha önce ölmüş. Tüm bunlar yarış konusu oldu. Gelmişsiniz kaç yaşınıza daha neyin savaşındasınız demek geldi içimden ama edepli gelin olarak susmakla yetindim. Hala birbirlerini görecekleri zaman Cumhuriyet balosuna gider gibi hazırlanıyorlar.

Başlarda dedim ya bayramlarda şehir dışına tatile gitmeyi tercih ederim, o zaman akraba ziyareti gibi bir derdin olmuyor. Ama gel gör ki evlendik evleneli eşim bayramda seyranda akrabalarını görmek için yanıp tutuşuyor. El öpmeye ne meraklıymış! Ben  tatil planı yaptıkça o akrabaları sokuşturuyor araya. Hayır biz sevgiliyken hiç bir bayramda memleketine gitmeyen adamın aşkı evlendikten sonra kabardı. Ama sadece kendi akrabalarına! Bir kere de demiyor ki senin de annen var, baban var, teyzen var, büyüklerin var gel bu bayramda onları görelim. Varsa yoksa yemekle kafayı bozmuş ailesi. Her bayram aşırı doz akraba yüzünden alerjim tutuyor!

Daha bitmedi… Bunun kandili var, doğum günü, evlilik yıl dönümü, kadir gecesi, anneler günü, babalar günü… Bu gibi günlerde tek tek hepsini araman bekleniyor. Aynı ev içinde yaşayanlar bile özel telefon bekliyorlar. Ver ahizeyi Necla’ya kapamadan onu da aradan çıkarayım ama yok, illa kısa bir süre sonra onu da arayacaksın, gönlü olacak. Bizim telefon suyla çalışıyor ya.  
Bir keresinde kandili unutmuşum da aileden aforoz etmek isteyenler oldu. Özür aramalarımızla telafiyi sağladık, fatura yine kol gibi!

Bu konuda çaresi olan yok sanırım. Çevremdeki geniş aileye sahip herkes aynı şeylerden yakınıyor. Böyle zamanlarda ziyarete giderken şalteri kapayıp, stand by modunda insanlara yaklaşmak en akıllısı. Bırak onlar anlatadursun sen o sırada Çeşme’de serin sularda yüzen arkadaşlarını düşünüp kudur. Sakın onlar evde kaldı ben evlendim diye teselliye kalkışma o anda kız kurusu olmak, sana dünyanın bulunmaz bir nimeti gibi görünecektir. Akbaba ay pardon akrabalara alışmalısın ve elinden geldiğince az zaman geçirip, o zamanda da umursamaz olmayı öğrenmelisin. Sen sadece koca buldum diye sevinirken yanında bonusları da hesaba katmalıydın!

Son olarak eşimin küçük yengesine seslenmek isterim:

“Gürdal Yenge bayramda biraz paraya kıyıp kaliteli çikolata alın lütfen yoksa bana verdiklerinizi yemekten köpeğiniz kör olacak!”

9 Ağustos 2011 Salı

Alışveriş Merkezlerine Erkek Oyun Alanı Yapılsın. Lütfen Ama!


İlk alışverişle tanışmam annemle beraber yaklaşık 6 yaşlarımda bir alışveriş merkezine gittiğimiz gün oldu. Hayatımın en güzel günlerinden biriydi! Nedense alışveriş günleri hala hayatımın en güzel günleri. Tüm kadınlar için böyle değil mi? Etrafımda tanıdığım tüm bayanlar alışverişe bayılıyor…

…ve tüm erkekler alışveriş konusunda fobi sahibi.

Erkekler için alışveriş maalesef ihtiyaçtan ibaret. Ayakkabın eskirse yenisini alırsın, yazın 2 adet şort mayo neyine yetmiyor, saçına sürülen jöle dışında kozmetik ihtiyacı ne garip, eve sadece canının çok çektiklerini almak kafi değil mi?
Bu zihniyette olan bir türden Balenciaga’nın yeni sezon çantasını arzulamasını beklemek hele hele etiketteki o fiyata gayet makulmüş gibi tepkiler vermesini istemek hayalden öteye gidebilir mi?

Bizim evin market alışverişini genelde bayan olarak ben yaparım. Cinsiyet ayrımcılığına inandığımdan değil, tek nedenim aç kalmamak!
İlk evlendiğimiz zamanlarda eşimi market alışverişine göndermiştim. Eline alınacaklar listesi bile verdim. Sonuç?

HÜSRAN!

Listede yazan herşey alınmıştı ancak pirinç bölümüne çizik atarken normal bir ailenin (hele ki evine hayırlı olsuna gelenlerin bol olduğu bir dönemde) yarım kilocuk bir pirinçle kaç gün geçirebileceğini düşünmek yerine Nutella’da yapılan indirime odaklanmıştı. En büyük boy koca bir kavanozu zafer kazanmış gibi eve taşıdı ve paketten çıkarırken İstanbul’u feth etmiş Fatih gibi bir surat ifadesi takındı. Eminim o anda öfke okları yerine alkış bekledi.
Aslında salaklık bende. Listeye ne diye sadece meyve yazarsın! Biraz detaya inip açsana konuyu. Sen böylesine karışık(!) bir ihtiyacı kısacık yazarsan adam da 4 adet elma ile gelir eve. Aaaa ama hakkını yemeyeyim aldığı yoğurtla tüm mahalleye leğende cacık yapabilirdim!
Bu ilk ve son denememden sonra market alışverişini emin ellere bırakarak paçaları sıvadım.

Biz genelde beraber kıyafet vb. alışverişe de çıkmıyoruz. Hayır birşey almayacaksam sadece mağaza gezmemde ne sakınca var? En azından  sezon hakkında fikir edinmek de işe yaramaz mı?  Üç saat boyunca hiç durmadan birşeyler almam, sadece gezmemden daha feci sonuçlar yaratmaz mı? Şükreceğine ne diye söyleniyorsun?
Bu gibi durumlarda ben mağaza gezerken eşimi avm girişindeki çocuk oyun alanına bırakamaz mıyım?

Erkekler alışveriş merkezlerinde zamanlarını teknoloji mağazalarında geçirmeyi sever. Bu bizler için çok büyük şans. O son çıkan televizyonlara, oyun konsollarına, telefon modellerine bakarken sen de dilediğince gezebilirsin. Bu teknoloji mağazaları benim için bir nevi erkek oyun alanı. Alışverişe gittiğimizde kocamı Teknosa’ya bırakıyorum. Sağolsun ordaki çocuklar sahip çıkıyorlar bizimkine. İşim bittiğinde onu ordan alıp öyle eve dönüyorum. Arada karnı acıkırsa beni arıyor, karnınını doyurup yine oyun alanına gönderiyorum kendisini.


Nedense aldığımız ayakkabılar ve fiyatları erkeklere hep batar. O bir çift ayak tüm ömür boyu bizi taşıyorlar. Kaliteyi hak etmiyorlar mı? Küçücük bir oyun konsoluna o kadar para vermek normalken sanat eseri bir Manolo Blahnik’e verilen paraya acımak niye? Sen Messi’nin bire bir kopyasını göreceksin diye FIFA,PES oyunlarına döktüğümüz parayla bana da birşeyler alınırdı diyor muyum ben?

Bir de işin kozmetik boyutu var. Erkeklerin kozmetik ihtiyaçları saç jölesi, traş köpüğü ve parfümden öteye gitmiyor. Çok az erkek bilirim nemlendiricinin ne anlama geldiğini bilen. Ama maalesef hayatın kırışmak gibi bir gerçeği var ve biz kadınlar için bu önemli bir mevzu.
Ben 20 yaşımdan beri nemlendirici, 25 yaşımdan beri de göz altı kremi kullanan bilinçli bir tüketici olarak, parfümü, değişik aromatik spreyleri çok severim. Dışarı çıkarken hafif de olsa makyaj yaparım. Tek bir rujla tüm ömrünü geçiren kadınlardan da değilim. Eh hal böyle olunca evde kozmetik ürünler birazcık yer kaplıyor. İlk evlendiğimizde eşimden gelen tepki aynen şöyleydi ; “Bu kadar şeyi ben sürsem Brad Pitt olurum.” 
Allah aşkına sür canım ya!

Erkekler kozmetiklere laf eder ama her zaman da merak ederler. Şahsen benim kocam kremlerim, peelingim hakkında hep bir merak içinde. Akşamları ben krem sürerken pür dikkat beni izliyor. Hatta bir keresinde krem süreyim diye onlarca para verdiğim göz altı kremimi avucuna boca edip tüm yüzüne sürmüşlüğü var. Açıklaması daha bomba: “ben onu eşantiyon sanmıştım, ne öyle ufacık tüp içinde. ”

Erkeklere alışveriş ve zaruri ihtiyaçlarımız konusunda çok açıklama getirmene gerek yok. Nasıl olsa işe yaramayacak. Akışına bırak. Seninle yaşadıkça alışacak ve bir gün elinde kocaman bir paketle çıkagelecek. Çantalarının fazla olmasına söylenen kocan sana çok güzel bir çanta almış olacak veya ayakkabıya onca para vermene söylenen adam o çok istediğin Steve Madden’ı önüne sunacak. İş bu aşamaya gelene kadar sabretmeyi öğren, alışverişe beraber çıkmamaya çalış veya çıkarsan da kocanı erkek oyun alanına bırakmayı sakın unutma. Yoksa tüm gün burnundan gelir. Her aldığını da göstermek zorunda değilsin. Sakla demiyorum ama akşamları önüne sermeyebilirsin. Nasıl olsa o ne aldığınla değil etikette ne yazdığı ile ilgilenecektir. O güzelim elbiseyi alırkenki heyecanını kaçırmaya gerek yok.

Bizler Sex and The City dizisi ile ergenliğini geçirmiş bir nesilken alışverişten uzak durmamızı bekleyen erkeklere söyleyeceğim tek bir lafım var;

"Bu ülkede futbol biter, Play Station çöpe giderse...  üzgünüm ben yine alışverişe giderim bebeğim!"


5 Ağustos 2011 Cuma

HAKLISIN KOCACIM (!)


Şahit olduğum ilk aile kavgası annemle babamınkiydi. Yemeğin sarımsaksız olması yüzünden çıkmıştı sanırım. Ne garipler bir sarımsak yüzünden kavga edilir mi diye düşünmüştüm.  Ben de evlendim ve şimdi onları o kadar iyi anlıyorum ki.
Evliliklerde kavga etmek için büyük bir nedene ihtiyacınız yoktur. Bu kavga bir sarımsaktan da çıkabilir, kirli bir çoraptan da, arkadaşınız Arzu yüzünden de. Siz yeter ki kavgaya ortam sağlayın.

Annemle babam kavga ederlerken dikkatimi çeken başka bir şey önceleri annemin durumu sakince anlatmaya çalışması ve babamın inatla anlamaması ve daha sonrasında babam cır cır konuşurken annemin sesini bile çıkartmadan onu dinlemesi olmuştu. Çok şaşırmıştım. Neden annem konuşmuyordu? Bu sorunun cevabını ancak evlendikten sonra verebildim. Erkeklere anlamak istemedikleri (dikkatinizi çekerim anlamadıkları değil, anlamak istemedikleri!) şeyleri anlatamazsınız, Böyle bir durumda susmaktan başka çareniz yoktur. Boşuna çene yorma kimin ne işine yarar ki?
Bir de dinliyormuş gibi yapabilme durumu var. O anda siz geçen gün vitrinde gördüğünüz o mavi elbiseyi hayal ederken adam karşınızda kıçını yırtacaktır varsın yırtsın, siz de dinliyormuş gibi görünürseniz bir sorun olmaz hatta “vay be susturdum benim hatunu” diye kabarma durumları bile olur.

Bir de evliyseniz kavganın dozunu çok kaçırmayın derim. Sonra aynı yatağa gireceksiniz! Boğmak istediğiniz bir adamla sabaha kadar aynı yatakta durmak nefsinizi sınamak gibi bir şey olur. Kavgalar ilişkilerin tuzu biberidir ama hangi yemeğe tuzu ve biberi çok koyarsanız tadı kaçar. Kimse evliliğinin yenemeyecek bir ara sıcak konumuna gelmesini istemez.

Erkeklere gore kadınlar hassas varlıklardır. Bizleri kırılacak bir vazo gibi görür ve durmadan bu durum hakkında söylenirler. Bu zamana kadar bir sürü kadınla beraber olmuş kocam ve türlerine sorarım; çevremde tanıdığım tüm kadınlar hassasken ve tüm erkekler bundan şikayet ederken bizden öncekiler başka bir dünyadan mıydı?
Gül’ün pembe ojelerine alışmışsın, Filiz’in derli toplu olması sende derin izler bırakmış, Şule’nin sakinliği her kadında olması gereken bir durummuş. Hiç mi anlamadın bu kadar kadınla beraber olurken bizlerin hassas olduğunu da şimdi bana hortlak görmüş gibi bakıyorsun?
Biz size kazma diyor muyuz? Biz ağlarken gözünüzün teki TVdeki FB maçına kaydığında gözlerimizi 37 ekran gibi açıp “ama canım ne kadar odunsun, senle iletişim çok zor” diye tepkiler veriyor muyuz? Işten yorgun argın eve dönerken, yolda bir posta kayınvalidemizin laf sokmalarını dinleyip, asabiyet sahibi olup, eve gelip bir de kavga bulunca şu çok sevdiğiniz Transformers filmindeki tenekeler bile koy verir. Hatta kısa devre bile yapabilirler. Farkında mısınız?

Evlilikte çoğu kavga artık küslüğe varmamaya başlar. Çünkü küs olmanın zulmünü çeken bilir. Sevgiliyken ne kolaydı; vurur kapıyı giderdin, akşam istediğin arkadaşınla bir kadeh şarap içip kafayı dağıtır, sadece sana ait olan eve ve özgürce yayılabileceğin yatağına dönerdin. Şimdi öyle mi? Eve gelip kendine ve küs olduğun adama yemek yapıyorsun. Arada içimden o pilava tükürmek geliyor!
Tüm akşam başka odalarda takılsanız bile gecenin buluşması yatak odasında gerçekleşiyor. Ufff tüm gece birine sırtını dönüp aynı yönde yatamak çok zor. Üstüne yattığınız taraf inanılmaz uyuşuyor. O acıyı çekmek yerine iki öpücükle olayı bağlamak daha mantıklı. Varsın kocanız sizin alttan aldığınızı düşünsün, alttan alan kadın olmak uyuşmuş bir bedenden daha az acı vericidir.
Ama bazen sizi derinden yaralayan kavgaların sonunda küslük kaçınılmazdır. Gerçi kocanız bu derinden yaralanma olayını bir türü idrak edemeyecektir.

Bir anda aynı evde yaşayan iki yabancı gibi olursunuz. Sonu muhteşem bir sevişme ile sonuçlansa da bu küslük aşaması insanı çileden çıkarabilir. Kimi zaman araya arkadaşlar girer. Herkes orta yolu bulmak adına laflar eder, kendi deneyimlerini paylaşır. Ama gerginlik büyümesin diye hem size hem kocanıza haklısın diyenleri hala anlayabilmiş değilim. Kendinin haklı olduğunun teyidini almış bir insan tüm silahları ile saldırmaya hazır bir ninja olabilir. En iyisi objektif bakabilen ve tüm gerçekleri dan dan yüzünüze vuran arkadaşlardır. Acilen onlardan edinin!

Evlilikte küsken en zor olanlardan biri çevrenizdekilere mutlu aile tablosu çizme zorunluluğudur. Ki bu genelde aile çevresine yapılmaktadır. Yarım saat önce evde boğazına sarılıp öldürmek istediğiniz kocanızla anne ve babasının evinde mutluluk tablosunu Picasso bile çizemezdi eminim. Ama evliyseniz başarmanız gerekli. Atılan o imza hepimize üstün güçler yüklemekte. Gücünü kullanamazsan elenirsin. Kimse içinden çıkamadığı bir kavgaya kayınvalidesinin dahil olmasını istemez. Yüzünüze sahte bir gülücük, 2-3 saat herşey yolunda gibi davranmak tüm sorunu çözecektir. Eve döndükten sonra o saatlerin acısını çıkarırsınız nasıl olsa.

Şimdi sana hayatın acı gerçekleriden en can alıcısını söyleyeceğim. Yerine otur ve derin nefes al. Evde kavga durumlarında kaçınılmaz bir son vardır:

“Erkekler daima haklıdır!”

Sen istediğin kadar dil dök, tüm delillerinle saldır, bağır çağır, ağla zırla, sonuna kadar haklı ol ama işin sonunda kocan mutlaka haklı çıkacaktır. Bunu nasıl başarıyorlar? Sanırım ben keşfettim. İki taktikleri var bu türlerin; ya çeneleri ve ikna kabiliyetleri ile aklımızı karıştırıp sonunda kendini haklı çıkarıyorlar ya da seni öyle bir canından bezdiriyorlar ki “allah kahretsin be haklısın!” demek kaçınılmaz oluyor. Çünkü ancak bunu dediğin zaman susyorlar. Bu yüzden kavganın başında son derece emin adımlarla haklılık yolunda ilerlerken sonunda apışıp kalırsan sakın şaşırma. Erkekler haklı olmayı sever şekerim ve sen karısı olarak ona hak vermezsen hayatından bile bezebilirsin.
Arada alttan alıp, pohpohlarsan, arada sesini çıkarmayıp görmezden gelirsen ve sonunda kocana daima haklısın dersen hiç bir sorunun kalmaz.  

Son olarak burdan kocama seslenmek istiyorum;
“Geçen günkü kavgada dediklerini hiç anlamadım çünkü dinlemedim. Bana bizim sokağın başındaki mağazada beğendiğim çantayı alırsan bir sonraki kavgamıza daha iyi konsantre olabilirim.”